İmân, mâhiyet itibariyle, Allah'ın insanlara en büyük lütuf ve ihsanıdır. Allah onu dilediği kullarına nasib eder. Ne var ki bu nasiplenmede, kulun hiçbir rolünün olmadığı da söylenemez.
Bil'akis, insan önce kendi tercih ve iradesini kullanarak, îman ve hidâyete istekli olacaktır. Bu talep ve istek üzerine Cenâb-ı Hak da ona îman ve hidâyet nasip edecektir. Bu sebeble İslâm büyükleri îmanı, "Cenâb-ı Hakk'ın, istediği kulunun kalbine, o kulun cüz'î irade ve ihtiyarını sarfetmesinden sonra koymuş olduğu bir nûrdur" diye tarif etmişlerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder